“`html
Dün Sabah Şaşırtan Gelişmeler
Dün sabaha iki ilginç olayla başladım. Birincisi, Serdar Turgut’un kaleme aldığı yazıydı…
Bu yazının başlığı ise şuydu: “İsmail Küçükkaya ve Ertuğrul Özkök ile aynı fikirde değilim”
Yazının altında ise şu dikkat çekici ifade yer alıyordu: “Bu mizahi bir yazı değil, oldukça ciddi bir içerik taşıyor.”
Gerçekten de yazı son derece ciddi bir tonu vardı.
BİR YAZI KAFAMI KARIŞTIRDI, DİĞERİ UMUT VERDİ
İkincisi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir gün önce Bakanlar Kurulu toplantısının ardından yaptığı konuşmaydı. Serdar’ın yazısı “paradigma kırıcı” etkideydi ve kafamı karıştırdı; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması ise paradigmada bir değişim öneriyordu. Bu da beni oldukça şaşırttı. Bu iki farklı değişim hakkında düşünürken, Fransa’nın Le Point dergisinin geçtiğimiz hafta yayımlanan özel sayısının kapağı önümde duruyordu.
BİR FRANSIZ DERGİSİNİN KAPAĞINDA YER ALAN DÖRT İSİM
Kapaktaki başlık şuydu: “Yeni Dünya Düzeni…”
Ve üzerinde dört önemli ismin fotoğrafları yer alıyordu: ABD Başkanı Trump, Rusya Devlet Başkanı Putin, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan… İlginç bir yeni dünya manzarasıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını okurken içimden şunu geçirdim: “Keşke Cumhurbaşkanı bu konuşmayı İsmail Küçükkaya’nın programına katılmadan önce yapmış olsaydı.”
Çünkü önceki sabah Halk TV’de gerçekleştirdiğimiz sohbetin içeriğini ciddi şekilde etkileyebilirdi.
KÜÇÜKKAYA’NIN PROGRAMINDAKİ PAYLAŞIMLARIM
Küçükkaya ile sabahki sohbetimizde şunları ifade etmiştim: “Bu başkanlık sistemi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a özel olarak tasarlanmıştır. Onun ayrılması durumunda, bu düzenin devam etmesi mümkün değil.”
Hâlâ bu görüşümde ısrarcıyım. Ayrıca şunu da belirtmiştim: “Güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı hükümeti şu anda bir ‘rejim’ haline dönüşmüştür. ‘Sistem’ kelimesi demokratik yapıyı ifade ederken, ‘rejim’ bu yapının kötüleşmiş halini belirtmektedir.”
Bu düşüncemi de aynen sürdürüyorum.
OTOKRATİK BAŞKANLIK TÜRKİYE İÇİN BİR AVANTAJ OLUR MU?
Ancak Serdar Turgut, dün oldukça ilginç bir durumu gündeme getirdi. Dedi ki; “Küçükkaya ve Özkök’ün söylediklerine karşı, güçlendirilmiş hükümet sistemi, dünya yeni bir döneme girdiği için Türkiye’ye önemli bir avantaj sağlayabilir.”
Bu cümle kafamı oldukça karıştırdı. Gerçekten böyle bir durum mümkün mü?
Bu sorunun cevabını ararken, tekrar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasına döndüm.
ANLAŞILIR BİR NİYET MEKTUBU
Bu konuşma hayli önemliydi. Entelektüel derinliği oldukça yüksekti. Geleneksel belagat şehvetinin etkilerinden arınmış bir içerik taşımaktaydı. Ve en önemlisi, hem Türkiye’ye hem de Avrupa Birliği’ne yeni bir yol haritası sunuyordu. Konuşmanın uzun olması nedeniyle ana noktalarını kısa ve net olarak aktaracağım.
CUMHURBAŞKANI 5 MADDEDE NE ANLATIYOR?
Cumhurbaşkanı şu ifadeleri kullanıyor:
Önümüzde yepyeni bir dünya var.
Dünya aşırı sağ eğilimlere kayıyor, ırkçı politikalar ve “aşırı sağcı demagoglar” güç kazanıyor.
Demokrasiler geriliyor, otoriter sistemler yaygınlaşıyor.
Bu koşullar altında Türkiye, dünyaya yeni ve faydalı bir çözüm sunabilir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği, Avrupa’yı içine düştüğü zor durumdan kurtarabilir.
Bu beş maddede özetlediğim düşüncelerine tamamen katılıyorum.
DİKKAT ÇEKEN ÜÇ KELİME: “AŞIRI SAĞCI DEMAGOGLAR”
Konuşmada dikkatimi çeken önemli bir nokta ise “aşırı sağcı demagoglar” ifadesiydi. Yani Cumhurbaşkanı, Avrupalı aşırı sağcı politikacıların “belagat şehvetinden” rahatsız olduğunu ifade ediyor. Bu sözlerin, Cumhurbaşkanının iç politikadaki konuşmalarında dış politika konusunda daha dikkatli olacağına dair bir teminat sunabileceğini düşünüyorum. Çünkü son yıllarda dış politika, seçim süreçlerinde başka ülkelerin liderlere yönelik sert ifadelerle olumsuz etkilenmişti.
DEĞİŞEN DÜNYADA TEK GÜVENLİ ALAN: AVRUPA BİRLİĞİ
Bu sözlerin samimi olduğuna inanırsam, bu durum “Erdoğan’ın 2004 yılında başlatılan tam üyelik müzakerelerine dönüşü” anlamına gelir. Bugün dünya siyaseti karmaşık bir hal almaktadır ve tüm ülkeleri tehdit eden tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. Böyle bir ortamda Avrupa, hala en güvenli alan olarak kalmaktadır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanının bu sözlerinde samimi olmasını umuyorum; çünkü yıllar içinde birçok olumsuz gelişmeye tanıklık ettik.
HAKAN FİDAN’IN ALTIN YILLARA DÖNÜŞ VAADİ
Ancak Avrupa ile ilişkilerin yeni bir açılım içerisinde olduğu yönünde başka işaretler de bulunmaktadır. İlk ipucu, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın France 24 kanalıyla yaptığı 2024 yılının sonuna dair mülakatta belirdi. Fidan, Türkiye’nin Sarkozy öncesindeki dönemi yani 2004-2007 yıllarını “altın yıllar” olarak nitelendirdi. O dönemki reform politikalarını da öve öve bitiremedi.
FİDAN’IN “ALTIN YILLARA DÖNMELİYİZ” İFADESİ NE ANLAM İÇERİYOR?
Fidan’ın önemli ifadesi ise şu şekildeydi: “Sarkozy öncesi çizgiye dönmeliyiz.”
Dikkat edilmesi gereken nokta, “dönmeliyiz” demesidir. Bu, hem biz hem de siz anlamına geliyor. Ben bu durumu şöyle yorumluyorum: “Biz de o reform yoluna dönmeliyiz.”
Dış POLİTİKADA BELAGAT DÖNEMİ KAPANIYOR MU?
Hakan Fidan’ın bir başka önemli cümlesi ise Suriye ile ilgiliydi: “Süreci ne Türkiye, ne İran, ne de Araplar domine etmemelidir.”
Ben bu ifadeleri, dış politikada “belagat şehvetinin” sona ereceği şeklinde yorumlamak istiyorum. Yani Erdoğan’ın şikayet ettiği “demagoglar” arasında yer almak istemiyoruz.
KİM KİMİ KURTARACAK? BİZ Mİ AVRUPA’YI, AVRUPA MI BİZİ?
Ancak bu yeni paradigmada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta daha var. Tam üyelik sürecinde tarihi bir dönüşüm, sadece Avrupa Birliği’nin değil, aynı zamanda Türkiye’nin de kurtuluşu olmalıdır. Bu yeni yaklaşımın iki yönlü olarak ele alınmasında fayda vardır; aksi takdirde süreç ilerlemez. Bu konuşmada gözden kaçan bir nokta da var.
DÜNYA KÖTÜYE GİDERKEN BİZ İYİ Mİ GİDİYORUZ?
O gözden kaçan nokta, şu sorunun cevabıdır: Dünya böyle bir yola giderken, biz nereye doğru yol alıyoruz? Daha nettan sorarsak, dünya kötüye giderken biz iyiye mi gidiyoruz? Yani bu yeni yaklaşımın iç politikadaki yönelimi nedir? Bu konuda ciddi bir şekilde tartışmalıyız.
DÜNYADA DEMOKRASİYİ GÜÇLENDİRİRKEN İÇERİDE OTORİTER REJİMİ TAHKİM Mİ EDİYORUZ?
Açılımın amacı nedir?
AB’ye yaklaşırken, reformları yeniden hayata geçirip, başkanlık rejimini demokratik bir temele oturtmak mı?
Yoksa dışarıdaki oyun gücü ile birlikte, içerde baskıcı bir rejimi tahkim edip onun ömrünü uzatmak mı?
Eğer ikincisi ise, o zaman ne Avrupa’ya, ne dünya için, ne de Türkiye için hayır vardır.
DEMİRTAŞ VE KAVALA’NIN DURUMUYLA BU KONUŞMANIN ANLAMI NE?
Bu sebeple yargıda bir değişim şart. Ve bu hemen şimdi olmalı… Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Gezi davasındaki tutukluların durumlarını gözden geçirerek bir başlangıç yapılmalıdır. Dün AB’ye gönderilen yeni niyet mektubu, ancak bu tür adımlarla anlam kazanır. Çünkü yargı, tekrar güven kazanacak bir tarafsızlığa ulaşırsa, arkasından insan hakları ve demokrasi de gelecektir.
LE POINT DERGİSİNİN KAPAĞINA YENİDEN BAKALIM
Bu nedenle tam bu noktada Le Point dergisinin kapağına bir kez daha göz attım. Eminim ki bu kapak, hem Cumhurbaşkanının hem de iktidara yakın kişilerin beğenisine uygun düşmüştür. Evet, yeni dünya düzeninde böyle bir kompozisyona girmek Türkiye açısından cazip görünebilir. Ancak gerçekten öyle mi?
BİR DE VESİKALIK FOTOĞRAFA DEĞİL, EN GÜZEL FOTOĞRAF OLDUĞUNA BAKALIM
Kapaktaki liderlerin hepsi baskıcı bir hiyerarşi içindedir. Düşünce ve ifade özgürlüklerini kısıtlayan bir yapıya sahipler. Sizce bu, sergilemek isteyeceğiniz bir “aile fotoğrafı” olabilir mi? Bence bu iftihar edilecek bir resim yoktur. O nedenle böyle bir fotoğraf yerine, tek kişilik bir dergi kapağını tercih ediyorum.
ERDOĞAN’IN HEDEFLERİ BUNLAR OLMAMALI
Benim kişisel görüşüm, tek kişilik bir kapak tasarımıdır. Böyle bir derginin kapağında, farklı bir özgürlükçü geçmişe sahip olan bir lider olarak yer almanın hem dünya hem de Türkiye için çok daha etkili ve kıymetli olacağını düşünüyorum. Dünyanın en tanınmış dergilerine otokrat ve baskıcı bir üye olarak değil, demokrasi ve insan haklarını savunan bir aktör olarak girmeyi hayal ediyorum.
BAŞKA HALKLARI MUTLU EDERKEN KENDİ HALKININ YARISINI BEDBAHT ETMEK OLUR MU?
Serdar Turgut’un yazısına bir kez daha bu bakış açısıyla göz attım. Umarım Cumhurbaşkanı da böyle bir değerlendirme yapmayı düşünür. Çünkü şöyle bir gerçeklik var; “Dünyayı kurtarıyorum” derken, kendi halkının yarısını mutsuz eden bir lider konumuna düşmek riski mevcuttur. Dışarıda otoriterliği, aşırı sağcı eğilimleri eleştirirken, iç politikada da baskıcı bir tutum sergilemek hem Cumhurbaşkanına hem de Dışişleri Bakanına sundukları ütopyadaki Avrupa Birliği hikayesini çürütür.
İYİMSERİM AMA ARTIK KAYGILI BİR İYİMSER İSİM DEĞİLİM
Netice itibarıyla… Cumhurbaşkanı’nın bu konuşması, İsmail Küçükkaya ile gerçekleştirdiğimiz sohbetten önce yapılsaydı, yayında bunları da eklerdim. Eskiden umutsuz bir iyimser olurdum. Ancak son yıllarda yaşadıklarım sonucunda artık dikkatli bir iyimser konumuna geldim. Bu yüzden son sözüm bu olacak: Cumhurbaşkanının yaptığı bu konuşmayı dikkatli bir iyimserlikle, yapıcı ve umut verici bir içerikte buldum. Özellikle 2007 sonrasında söylediklerinin neredeyse tamamına katılıyorum.
“`
More Stories
Kuyucak’ta Parke Döşeme Çalışmaları İncelemeleri Devam Ediyor
3 kişi ölmüştü… Mardin’deki silahlı ‘kız isteme’ kavgasında 7 tutuklama
MİT görevlisi kılığına giren dolandırıcı yakalandı